Dinlerin temelinde iki temel unsur yatar: Tanrı'ya iman ve o
imanın yansıması olan dosdoğru bir hayat (amel-i salih). İslam'ın
değerler sistematiği doğrudan bu iki kavramla ilintilidir. Bu
kavramları zorlayan her yorum, her hüküm, her anlayış
sorunludur.
Kur'an, ölçüt (beyyine) olarak akıl ve bilgiyi şart kılar. İman
ölçüt olamaz. Böyle bir şeye kalkışmak yani imanı ölçmek ya da
imanı yarıştırmak, kimsenin hakkı olamayacağı gibi haddi de
değildir. İmanı yargılayacak tek merci vardır, o da Yüce
Allah'tır.
Dindarlığı, siyasetleri ya da çıkarları uğruna zemininden
kaydıranlar ve dini otomatiğe bağlanmış ibadetlere indirgeyenler;
Nurettin Topçu'nun ifadesiyle “İslam ahlakını, İslam diyarına
gömenlerdir.”
Fikrî, zihnî, ahlakî ve ekonomik her türlü özgürlüğü savunan İslam'ın, din tacirlerinin küçük dünyalarına sıkışıp kalması ne kötü… Particilik yaparak, İslam'ı “siyasal İslamcılık” ile özdeşleştiren bu taife, yaşanan yozlaşmada en büyük pay sahibi…“İslam güzel ahlaktır” diyen bir dini, siyasetin doymaz arzularına teslim etmekten çekinmeyenler, kendilerini dönüştürme yerine, başkalarının hayatlarını değiştirmeyi görev bellediler. “En büyük cihadın, nefisle yapılan cihad” olduğunu görmezden gelerek.