İnsanlar ve toplumlar geçmişleriyle yaşamaya meyillidir. Bu ilişki, karşılıklı bir etkileşime dönüşebileceği gibi, şimdiyi etkisi altına alan ve hatta bütünüyle biçimlendiren bir boyut da kazanabilir. Hele dini ve siyasi alanda yaşanmış travmatik hadiselerin sürekli canlı tutulmaya çalışılması, toplumsal zeminde derin kutuplaşmaları beraberinde getirir. Bugün yüzyıllar öncesinin kavgalarının hangi zeminde ve hangi sebeple gerçekleştiğine dair çözümlemeler yapmamış, hatta üzerinde düşünmeye dahi gerek duymamış ve fakat o olayların neticesinden hareketle inançlarını, ritüellerini oluşturmuş pek çok toplumdan bahsedilebilir. Demem o ki kültürü ve o kültürün insanını tanımadan, din ve inanç hakkında yapacağımız her tanım, her yorum, her değerlendirme eksik kalacaktır.
İNSANIN DÖRT ZİNDANI
Özgür irade veya özgür olma isteği, insan olmanın bir gereğidir. Gerçi insan ne kadar özgürdür, tarih boyunca hep tartışılagelmiştir. Nedensellik kanunundan bahisle gerçekleşen, evrenin bütün olay ve olguları, insan iradesinin dışında cereyan eden bir sebebin sonucudur. Keza insanın seçimlerindeki belirlenmişlik etkisi (determinizm) pek çok felsefi ve dini tartışmanın zeminini oluşturur. Ancak bu ve benzer tartışmalara girmeksizin söyleyelim, tüm canlılar içinde, sadece insan “seçen” varlıktır. İnsanın “seçici” olması, ona özgü bir yaratıcılık da sağlamıştır. Dolayısıyla insan için, “bilinçli, seçen ve yaratan” bir varlıktır denilir. Bu özelliklerinin açığa çıkması, zorlayıcıların elinde, insanın kendini azat etmesiyle gerçekleşebilir. İranlı sosyolog Ali Şeriati, bu zorlayıcıları dört başlık altında toplar: Doğanın baskısı (natüralizm), tarihin baskısı (historizm), toplumun belirleyiciliği (sosyolojizm), insanın kendi kendini belirlemesi.