15 Temmuz sonrasında gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
“kandırıldım” itirafı ve “milletten özrü”, gerekse iktidar
cenahından aynı mealde yükselen sözler “Allah ile aldatma” sözünün
acı gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Hiç kırılmasın
AKP'li yöneticiler, 15 yıldır süregelen “ehliyeti-liyakati dikkate
almak yerine bizden olsun” tavrının sonucunu fiilen öğrenmiş
oldular. Eşyanın tabiatındandır, haksızlık ve adaletsizlik eninde
sonunda yapanı vurur.
Yüz binlerce öğrencinin, memurun, akademisyenin, emniyetçinin,
subayın hakları zayi edildi, kimi hak ettiği işe alınmadı, kimi
işten çıkartıldı, kimi hapse atıldı, kimi canına kıydı. İnsanlar
kırıldı, incitildi, ötekileştirildi.
“Hukuk”, “hak” kelimesinin çoğuludur; hukuk çiğnendi.
İnsan hakları, Allah'ın sınırlarıdır (hududullah), Allah'ın
sınırları çiğnendi.
Bu haklar tazmin edilmeden “özür” kurtarır mı sorusunu sayın
Cumhurbaşkanı'na ve yetkililere buradan sormak isterim.
TABİAT BOŞLUK İSTEMEZ
15 Temmuz felaketinin siyasal, sosyal, ekonomik ve küresel
boyutu tartışılıyor, tartışılmaya da devam edilecek. Umarız yeni
mağduriyetler yaratılmadan, oluşan bütünlük bozulmadan, demokratik
ve hukuk yapımızdan taviz verilmeden ve yapılan hatalardan ders
çıkartılarak ülkemizin geleceği teminat altına alınır.
Tam da bu noktada kendini masaya yatırması gereken kurumlardan
biridir Diyanet. Zira ne boşluklar bırakıldı ki dini duygular bu
denli sömürüldü. Özellikle gençlerimizin zihinlerinde oluşan
soru(n)ların kolayca bertaraf edileceğini söylemek zor. Mesele
sadece FETÖ de değil, lütfen artık görülsün; bir yaşam dilimine
hapsedilen, bir döneme kilitlenen, bir biçime indirgenen, akla
aykırı hikâyelerle süslenen, bin yıl öncesinin fetvalarıyla
yetinilen, insanlığın geldiği çizgiden uzak görüşler her yerde din
adına haykırılıyor ve taban buluyor. Ve her geçen gün holdingleşen,
ticarileşen ve siyasileşen din temelli örgütler büyüyor.