Televizyonlarda yayınlanan dini sohbet
programlarının büyük çoğunluğu, dinleyici
kitlelerini düşündürmekten ziyade; şöyle dua edin, şu
zikirleri çekin, ibadetlerde şunlara dikkat edin gibi
reçetelerle dolu. Ya da doğruluğu kesin olmayan,
duyguları sömürmeye yönelik hikâyelerle.
Yüzyıllardır hâkim olan bu söylemin ve hayata geçirilmiş
bu reçeteli dindarlığın sonuçlarıysa ortada.
Ramazan ayı Kur’an’ın insanlıkla buluştuğu aydır. İlk
ve en temel mesajı ise gayet nettir:
“Oku!” Tümleci olmayan bu emrin
indirgendiği durum ise içler acısıdır; mukabeleleri
hatırlayalım, anlamadan ve sadece Arapça’dan okunarak
yapılan hatimleri…
Oysa Kur’an, “dura dura okumayı” ve
kendi söylediği sözler üzerinde “derin derin
düşünmeyi” salık verir. Düşünme ile öğüt almayı
birlikte zikreder: “And olsun biz Kur’an’ı
anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Düşünüp
öğüt alan yok mudur?”
Kur’an, kendi ayetlerine dikkat çektiği kadar evrene
bakışı da “oku”manın asli bir gereği
olarak sunar. “Göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı
selim sahipleri için gerçekten açık ibretler
vardır.“ Canlı cansız tüm yaratılmışlara ilişkin
benzer ayetleri görmek mümkün.
ÜSTÜNLÜK ÖLÇÜSÜ