Müslümanların tarihine bakarak değil olması gereken
ilkelerden hareketle söyleyelim, İslam; her türlü hukuksuzluğu
ortadan kaldırmak ve barışı tesis etmek ister. Bu cümleyi, farklı
ekollerden beslenen -siyasal İslamcısı, gelenekçisi, modernisti-
her Müslüman kabul eder etmesine ancak yaşamaya gelince “kaç hakiki
Müslüman” bulunur sorusuna cevap vermek zordur. Mehmet Akif,
yaklaşık bir asır önce serzenişini yapmıştır: “Müslümanlık bilmem
ama galiba göklerdedir!” diyerek.
Şimdi soralım; İslam'ın amacı, insanları bir dine (kendisine)
inandırmak mıdır; yoksa kendisiyle yolculuk etmek isteyenleri,
insanca bir yaşamın ilkeleriyle karşılaştırmak mıdır?
Dinlerin yayılmacı karakteri, amacı örtmüşe benziyor.
Tanrılığa soyunan insanların sayısı ise az değil. Ve ortaya çıkan
tablo şu:
– Başkalarıyla uğraşmaktan, kendine zaman bulamayan
dindarlar,
– Tüm değerleri çiğneyerek, insanları kendileri gibi inanmaya
zorlayan ve bunu cihat zanneden akıl fukaraları,
– Başkalarının imanlarını yargılamaya çalışan cahil
yobazlar,
– Dini-diyaneti parti tutmaya indirgeyen hocalar,
– Dillerinden İslamî argümanları düşürmeyen ve fakat her
türlü ahlaksızlığa dip yaptıran siyasetçiler,
– İktidara eklemlenmeyi vazife bilip, nimetlerini gördükçe
şımaran; menfaatlerinin bittiği noktada dava arkadaşlarını bile
ihanetle suçlayan ve ağızlarından küfür eksik olmayan kalem
erbabı.
Bu tabloyu her dönem ve her Müslüman coğrafyada görmek
mümkün… Gelin, bir büyük insanın ıstıraplı iniltilerine kulak
verelim: