Tanışma faslı hem heyecanlı, hem çekingendir. Fakat insan dediğin tanışan bir varlıktır. Tanışırken hep memnun olan bir varlıktır. Daha sonra çokça memnun olmayarak dengeyi sağlayacaktır. Henüz erkendir. Henüz çoğu şey “ayıp olur.” Hem henüz zaaflar ısınıp çözülmemiş, saklandıkları gölgelerden çıkıp tek tek kendini göstermeye başlamamıştır.
Yeni bir insanla tanışırken olumsuz yanlarımız konusunda kendimizi farkında bile olmadan uyarırız. Onlar çoğu zaman sebepsiz zırlayan, istekleri için bizi parmağında oynatan şımarık çocuklarımız gibidir. Onlarla insan içine çıkılmaz. Bir yere götüremezsiniz onları. Aslında her yere gelirler. Fakat bir süre sonra…Şeytan yanımızı kendimizden ayıramayız. Koca imtihan salonu. Çeldiricisiz olmaz tabii. Fakat etkisiz hale getirebiliriz. Uyutabiliriz. Geçici süreler için.
Bütün bunlar için korkmaya, tedirgin olmaya hiç gerek yok. Haber bültenlerinde yer almasa da herkes duydu, bildi bunu. İnsan olan herkesin böyle olduğunu. Kimsenin kimseden aşağı kalır, yukarı çıkar yanı olmadığını. Yani zaaflı. Eksik. Mızmız. Bazen çekilmez. Çekim gücü yüksek. İtim gücü de…
Dolayısıyla bütün insan ilişkilerinde aynı cümle bir şifre gibi açığa çıkıyor. Çaresi yok, birbirimizi çekeceğiz. Bunu tahammül çizgisinden, seve isteye sabır çizgisinde, zavallı bir edilgen olarak değil, etkin bir şahsiyet olarak yaşama yoluna gideceğiz. Hoş göreceğiz. Müsamaha göstereceğiz. Göz yumacağız. Görmezden geleceğiz. Bağlarımız böyle böyle sağlığına, varlık dengesine kavuşacak. Sağlamlaşacak. Ömre doğru uzanacak. Mezarlarda ağlamaklı duracak. Diğer hayatta gözlerimiz kör ya da gör o düğümleri arayacak.
O halde. Yarın bir gün zaaflarımızı görmeye başlayınca şaşırmamayı, hatta “Gelsin bu erdemli, bu mübarek şahsiyetin zaaflarııı…Nerede kaldılar sahi? Trafiğe mi takıldılar…” diye hayata latife ile bakan, onları bekleyen, onlara çoktan hazır olan bir olgunlukta bile olabiliriz.
Bu nedenlerle, ilk karşılaşmalarda, tanışmalarda birbirimizin
karşısına zaaflarımızla değil, faziletlerimizle, ruhsal
zarafetimizle çıkmamızı olağan karşılamalıyız. Zaaflarımız
madalyonun diğer yüzü veya -hadi diyelim ki- yüzsüzlüğüdür ve en az
erdemlerimiz kadar değerlidir. Onlarla biz oluruz. (Biliriz ki “siz
onlarla sizsiniz.”) O yüzden onları öyle her önümüze gelene
göstermeyiz. Daha çok arkamızda dağ gibi durana gösteririz. Doğal
olarak zaaflarını yakınlaştıkça gösterir insanlar birbirine...
Erdemlerimizden tav oluruz, olmuştuk (tüh) oysa birbirimize. Sonra
kısa/uzun bir şaşkınlık. Bi'l mukabelelisinden hem de... Sonra
mı? Öyle severiz ki yakınımızın zaaflarını erdem biliriz.
Zaaflarını şımartılmış çocuğa çeviririz. Bu da bi'l mukabeleli
olursa ne âlâ...