Baskın ve “r” leri öne çıkaran emr i bi'l mağruf ve nehy i ani'l münkerciler, “Bayanlar baylar gösteri bitmiştir!” der gibi uzatılan cevap tasları... Ki taslar almayacaktır yüksek meblağı… Banka hesapları… Banka hesapları… Cehaleti zırlığa çeken, geldiği yere geri gönderen cevaplar. Yeni bir şey söylemeyi bırakınız, eskiyi dahi eskimez yanıyla göstermeyen cevaplar. Nasıl susturulacağı bilinmeyen ağlayıcılar… Hâlbuki ağlamak çok özel bir durum. Yağmurda gök bile utanır ve gizlenir hâlbuki. Şeyhini, hocasını, hacısını, profesörünü, eğitimcisini, koçunu, yazarını, şairini övücüler... Kendilerini sunan sunucular. Konuklar tarafından programa davet edilmiş ve güzel ağırlanan moderatörler. Bir âlemin ruhen ölmüşlüğünü haber verir gibi, bir son telkin tadında, sekerat halinde, ölüm baygınlığıyla bestelenmiş dini müzikler.
İstisnaları dışında
maneviyat "piyasamız"…
Bir Ramazan daha… Geçti sayalım.
Bütün bunları, yegâne hayat biçimi olarak seçtiğimiz dini gökten
indiği saflığında anlayamamış olmakla, yaşadığımız hayatı
yerden/çağımızın şartlarından çıktığı şeffaflıkla bağdaştıramamış
olmamıza bağlıyorum. Kendimize kızgınım. Şayet hâlâ bir “biz”
varsa; bize küsüm. Böyle giderse barışabileceğimi de sanmıyorum.
Öyle ki teklifsizce karışıp, kaybolmak istediğimiz hiç bir kesim
yok gibi şu âlemde. Bu aidiyetsizlik farklı bir yetimlik. Boğaza
duruyor.
Çok uzun bir vadeye yayılıyor umut. Ömrümüzden daha uzun. Büyük vicdanı çok özlüyoruz bu yüzden. Büyük adaleti! "Yarın Hakk’ın divanına" dizmek istiyoruz biz bizi. Kimse kendisinden değil. Kimse kendi nefsine dava açmış değil. Herkes bir başkasından davacı… Bizse bizden. Ben benden. Sen senden davacıyız... Şikâyetçiyiz. Nefsi levvame geleneğinin zamaneleri de olsak, böyleyiz. Zaman sırıtkan bir ebe gibi nedense hep bizi sobeliyor. Ya da "Saat yaklaştı!" telaşesini gün içine veren bir başka zamansızlığın gölgesi vuruyor yüzümüze.
Yine de bir şeyler anladık oruçtan.
Yalnız midesinden acıkmayan bir varlıkmış insan. Gözünü, gönlünü doyuramayan doymayı da tadamıyormuş. Yetinmeyen, kendini de artıramıyormuş. Bunları geçen yıl da hatırlamıştık. Fakat belli ki unutmuşuz.
Açlık bu kadar geri
çekiyorsa hayattan, aç bırakılanlar, aç kalanlar, yoksullar ne
halde? Yoksullar; ezikliğin suiistimali veya kendi sorumsuzlukları
gibi nedenlerden kaynaklanmayan, bilakis maruz bırakıldığı ve
aşamadığı olumsuz ekonomik, sosyal şartlardan kurtarılmalı. Onlar
da herkes gibi artık sadece Ramazan ayında gönüllü oruç tutacak bir
refah seviyesine kavuşmalılar. Kaliteli, sağlıklı beslenmenin
önündeki engeller kaldırılmalı. Eşit açlık ve eşit tokluk için
seferber olmalıyız. Sabrımız da, şükrümüz de eşitlenmeli. Bunun
için adalete adanmalıyız.