Baştan uyarayım, içimde bir his “Oğlum
Aydın sen bu yazıyı daha önce de yazdın.
Bu tekrar oluyor” demekte. Ancak
eski Tırmık’ları tarayıp “Yazdım mı
yazmadım mı” sorusuna cevap aramaya hiç niyetim yok. Yazmışsam
bir daha yazıyorum; yazmadıysam ileride bir kere daha, yüz kere
daha yazarım...
Biliyorsunuz, önceki gün beşi tutuklu gerisi
tutuksuz tüm Cumhuriyet “sanıkları” yine duruşma
salonundaydık. Bu kez Çağlayan Adliye Sarayı denen, yaz sıcağında
“Çağlayan Hamamı”na dönmüş, AVM görünüşlü binada
değil, Silivri
“Mapusdamı” Kampusu’nun duruşmalar
için yapılmış mahkeme salonundaydık.
Besbelli ki yüce devletimiz Silivri mapushanesi
için parayı kıymış, geniş, rahat duruşma salonları, aksamayan ses
düzeneği, sanıkların ve tanıkların daha iyi izlenmesini sağlayan
dev boyutlu ekranlar ve iyi işleyen ve hatta fazla işleyen klima
sistemi (Nitekim şifayı kapıp nezle
oldum, burnuma mendil yetiştiremiyorum) bulunan bir bina
kondurmuş.
14 saat 40 dakika süren bir duruşma maratonu
yaşadık. Tutuklu arkadaşlarımızla birkaç metre uzaktan da olsa
hasret giderdik, şakalaştık, gülüştük, çaktırmadan ağlaştık ve
saatler gece yarısına iyiden iyiye yaklaşırken mahkemenin kararını
dinledik: Tutukluluk hallerinin
devamına, bir sonraki duruşmanın 25
Eylül’de yapılmasına...