Dün sabah OHAL’in üçüncü kanun hükmünde kararnamesi yayımlandı.
91 sayfalık, oku Allah oku bitmez bir metin.
Ayrıntısını elinizde tuttuğunuz Cumhuriyet’te okursunuz. Ben size
kararnamenin 36. maddesinin ikinci bendini aktaracağım.
Okuyun, korkun, ürkün, “Peki, ama anayasa, hukuk devleti
n’oluyoooo” gibi anlamsız sorular sorun, oturun bir bardağa üç
parmak konyak (votka da olur) koyup bir dikişte için…
Yani ne yapacaksanız yapın. Ama önce okuyun.
Aynen aktarıyorum:
“Cumhurbaşkanı, başbakan gerekli gördüklerinde kuvvet komutanları
ve bağlılarından doğrudan bilgi alabilir ve bunlara doğrudan emir
verebilir. Verilen emir herhangi bir makamdan onay alınmaksızın
derhal yerine getirilir”.
Bu kadar!
Haydi, hep birlikte gözümüzün önüne getirelim.
Cumhurbaşkanı ya da başbakan kuvvet komutanlarının “bağlıları”ndan
bölük komutanı bir üsteğmeni arıyorlar ve bir “emir” veriyorlar.
Üsteğmen bu emri kimsenin onayına başvurmadan ve derhal uygulamak
zorunda…
Askerlik yapanlar henüz yapmayan gençlere ya da kadın arkadaşlarına
bu “kargaşayı” anlatmayı, açıklamayı bir denesinler…
***
Oldum bittim, ordunun devletin bir kurumu olduğunu; başına
buyruk bir yapılanması olamayacağını, siyasal iktidarın
somutlandığı, halkoyuyla seçilenlerin oluşturduğu Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne ve onun içinden çıkan ve onun denetiminde olan
hükümete bağlı olduklarını vurgulamaya çalıştık.
İlkesel olarak Karayolları Genel Müdürü ile Genelkurmay Başkanı;
(mesela) İnegöl Nüfus Müdürü ile bir zırhlı tugayda görevli bir
binbaşı arasında bir fark yoktur. İkisi de devlet memurudur. Sadece
görevleri farklıdır…
Gelişmiş demokrasilerde bu konuda herhangi bir tartışma yoktur.
Türkiye’nin resmen dört darbe, birkaç başarısız darbe görmüş
demokrasisinde ise bu öyle değildi ve halen de tam olarak “öyle”
değil.