Gazetedeki posta kutusuna elinizi uzattığınızda dergi, broşür,
kitap, mektup kalabalığının içinde onları hemen tanır, ayırt
edersiniz: “Mahpusane mektubu”durlar.
Çok eski günlerde masum aşk mektuplarının ucu “Senin için yanıp
tutuşuyorum” anlamında hafiften yakılırdı. “Ah yine yakmış yar
mektubun ucunu” diye türküleri bile vardır.
Mahpusane mektubunun ucu yakılmaz. Ama
bilen bilir, “içi” yanıktır…
Başka meslektaşlarımı bilemem ama ben mahpus mektuplarını atmam.
Kendimin de epey mahpus mektubu yazmışlığım var, belki ondandır.
Görüş günü ziyaretçileri dışında mahpushanenin dışarıya, dünyaya
açılan tek kapısının mahpus mektupları olduğunu bilmektendir belki
de…
Mesela İstanbul Bakırköy’deki Kadın Kapalı Hapishanesi’nden geçen
yılın 7 Aralık’ında yazmış Özlem Taşdemir.
Yakınmıyor, kendi kişisel sorunlarını aktarmıyor, sadece
hapishanelerde olup bitenlere duyarlılık çağrısı yapıyor. Şu cümle
onun: “Dışarıdaki duyarlılık ne kadar fazlaysa sesimiz o oranda
dışarıya taşınıyor.”
Ona “Dışarıdaki duyarlılık o kadar fazla değil” demeyi düşündüm; F
tipi hapishanelere geçildiği günlerdeki toplumsal duyarlılığın
kalıntılarının bile gözlenmediğini yazmayı düşündüm.
Vazgeçtim.
Taşdemir’in mektubundan öğrendim. Duyarlılığını hiç yitirmeyen
TAYAD (Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Dayanışma Derneği) 7 Şubat’da
Şişli Kent Merkezi’nde 30. yılını kutlayacak. Acılarla, bedel
ödemelerle ve inatla geçen 30 yıl. Bari ben de sizlere duyurayım,
içerdekilerle dayanışmanın küçük, önemsiz bir adımını atmış
olayım…