Hatırlayın, 2013’ün 17 Aralık’ı yaşanmış, ses kayıtları ortalığa
saçılmış, ancak henüz 25 Aralık bombası patlamamıştı. Dönemin
Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı ve AKP Ankara
Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın Star gazetesindeki köşe yazısında
şöyle bir cümle okuduk:
“Kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranların bu ülkenin
hayrına bir iş yapmış olmayacağı çok iyi bilinir”.
“Vay be” dedik. O sırada Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın kısa süre
önce kostaklana kostaklana, “Ben bu davanın savcısıyım” diye yağıp
gürlediği Ergenekon davalarının bütün günahını Cemaat’in üstüne
yıkıp AKP’yi yıkayıp paklama operasyonu başlamıştı.
Nitekim Yalçın Akdoğan’a çaktırılan kıvılcım izleyen günler ve
haftalarda AKP’nin daha yüksek tepelerince de yinelendi.
Darbeci zihniyetle hesaplaşma, darbeciliği mahkûm etme fırsatı
sağlayabilecek davalar zincirini Cemaat’le kol kola bir intikam ve
üniformalı bürokrasideki muhalifleri tasfiye operasyonuna
çevirenlerin AKP kanadı, iktidar ortağı Cemaat’le nikâhı bozuyor ve
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri düşman bellediği askerlerle ittifak
arayışına giriyordu.
Nitekim haksız yere, sahiden de Cemaat’in intikamcılığının kurbanı
olarak tutuklanmış, askerlikten uzaklaştırılmış, orduda kalabilme
hakkını ve şansını yitirmişlerle sınırlı olmayan bir fiili af
süreci işletildi. Yargıtay üstünden yürüyen bir fiili af sürecinden
söz ediyorum.
Bu fiili aftan yararlananlardan biri de yakın dönem siyasal
literatüre “Boru bu boru” ya da “Kâğıt parçası” gibi özlü sözler
kazandıran, emekli General İlker Başbuğ.
Emekli dediysek köşesine çekilmiş demedik. General Başbuğ demeçler
veriyor, toplantılara katılıyor, konuşuyor. Son olarak Avrupa
ADD’nin Köln’de düzenlediği bir toplantıda konuştu. Yine özlü
sözler söyledi, yüksek fikirler açıkladı. “Türkiye’nin nüfusunun
yüzde 99’u Müslüman. Tabii ki din adamına ihtiyaç var. Bu din
adamlarını yetiştirmek de devletin işi” buyurdu ve ekledi:
“Peki ne olmuş? Kanun çıkıyor ve 1924’te imam hatip mektepleri
açılıyor. Maalesef 1932 yılında imam hatip okulları kapatılıyor...
Belki de Cumhuriyet tarihinde yapılmış en yanlış noktalardan bir
tanesi. Bakın aynı zamanda 1924’te İlahiyat Fakültesi açılıyor. O
da kapatılacak bir müddet sonra. Kaba çizgileriyle söylersek 1930
ile 1950 arasında Türkiye’de din adamı yetiştiren okul yok. Ne
oluyor o zaman? İşte bu adamlar çıkıyor. Cemaatler, bilmem neler,
onların yetiştirdiği adamlar çıkıyor. Aydın din adamı diyorsunuz.
Yok. Sıkıntı var. Bırakıyorsunuz o alanı. Alanı niye
bırakıyorsunuz?”