Ne güzel ve ne acı bir gündü bir bilseniz...
Önce Bakırköy’de Leyla Gencer Kültür Merkezi’nin büyük, görkemli
(ve pek soğuk salonunda) Uğur Mumcu’nun aramızdan çekilip alındığı
günün 23. yıldönümünde Uğur’un kişiliğinde bütün öldürülen
gazetecileri andık. Alışılmışın ötesinde bir “panel” oldu. Yanlış
saymadıysam genç ve yaşlı, kadın ve erkek 10 gazeteci öldürülen
arkadaşları üstüne, gazetecilik mesleğinin ölümlere, hapislere
komşu yüzü üstüne konuştu.
Hasan Tahsin’den başladık, öldürülen bütün meslektaşlarımıza birer
selam yolladık. Kendimi tutamadım, Uğur Mumcu arkadaşımla Hrant
Dink kardeşime iki selam yolladım. Birinci selam arkadaşlık
bağındandı. Ikincisi haberci olarak mesleğin ak adını daha da
yücelttikleri için.
Uğur Mumcu’nun 12 Mart karanlığında Yeni Ortam dergisinde
belgesiyle, bilgisiyle, fotoğrafıyla, yalanlamak, inkâr etmek
isteyenleri yutkunmak zorunda bırakan “Mahir Kaynak bir MIT
ajanıdır” başlıklı haberini ve 80’li yıllarda siyasal İslamcı bir
iktidara giden yolun taşları döşenirken Evren Cuntası, CIA ve Suudi
Krallığı’nın el ele, omuz omuza, yurtdışındaki imamların maaşlarını
ödemeye kadar varan kirli, karanlık ilişkilerini gün ışığına
çıkaran Cumhuriyet’teki haberini andım...
Ve “haberci” Hrant Dink’in “Sabiha Gökçen bir Ermeni yetimidir”
başlıklı, bulup çıkarmanın da yazıp yayımlamanın da alkışlanacak
bir meslek hüneri ve mangal gibi bir yürek gerektiren
haberini...
Uğur’un ve Hrant’ın kişiliğinde habercileri, bu mesleğin gerçek
emekçilerini andık.
Iyi ettik.
Güzel gündü, acı gündü...
***
Sonra akşam oldu. Ucu ucuna da olsa Lütfi Kırdar Kongre
Merkezi’nin görkemli salonuna yetiştim. Tıklım tıklım salonda
kendime iyi bir yer buldum. Notlar almak için kalemi defteri hazır
ettim ve gece boyunca tek satır not bile almadım.
Alamadım.
“Hrant Dink Çağdaş Oratoryosu”nun Türkiye’deki ilkgösterimi
başlıyordu.
Sahneye mıhlandım ve konserin sonuna kadar soluk almaktan bile
çekinerek kendimi müziğin büyüsüne bıraktım.
Iyi ettim.
Içim yıkandı.