İstanbul’da toplanan Demokratik İslam Kongresi’nin ikincisinin
ikinci günündeyiz. Salonda galiba tek gazeteci yine benim ve galiba
bu mütedeyyin Müslümanlar, meleler, seydolar, din âlimleri
buluşmasında tek aykırı kişi de benim.
Dindar değil dinci medya diye tanımlanası gazete ve televizyonların
her Allah’ın günü önümüze sürdükleri sade suya tirit, alabildiğine
yüzeysel yavelere alışmış kulaklarım daha ilk sunumda
dikiliyor:
“...Milliyetçilik, mezhepçilik ve farklılıkları ötekileştirme,
halkçı olan Medine İslamına da karşı olmak demektir. İslam ne
iktidarlaşmalı ne de etnikleştirilmelidir. Dolayısıyla Türkiye
İslamı, İran İslamı, Arap İslamı, Kürt İslamı gibi tanımlamalar
milliyetçidir, yanlıştır. Herhangi bir devletin kendini tek bir
etnisite ya da dini kimlikle tanımlayarak diğer kimlikleri ve
inançları yadsımasının milliyetçilik olduğunu, bunun da Ortadoğu’da
din kisvesine bürünmüş de olsa yaşanan şiddet ve savaşın
belirleyici sebebi olduğunu, bu yolla Müslümanlar eliyle dinimizin
milliyetçi-faşist ideolojilere kurban edildiğini üzülerek belirtmek
isteriz…”
Sonra art arda kürsüde söz alan erkek ve kadınlardan çalakalem
alınmış notlar akıp gidiyor:
-Vallahi sonunda elbet ve ergeç mazlumiyet kazanacaktır...
-Bugün 19 Aralık. Hayata dönüş adı verilmiş o kıyamın
yıldönümündeyiz. Bugün 19 Aralık. Maraş can kırımının
yıldönümündeyiz ve bugün hâlâ hayata dönüşler, Maraş’lar
yaşanıyor...
-Bu salonda da o eril, o erkeksi dil egemen. Halbuki İsa peygamber
Meryem anamızla manalı. Muhammed’in yanında Hatice anamız vardı;
Hüseyin’in yanında Zeynep...
-Zalim olma. Ama mazlum da olma. Boyun eğme.
-Bugün İslam coğrafyasında doğru İslam yoktur. Bugün İslam
siyasallaşmıştır...
***
Açık oturum demek varken modaya uyup herkes gibi bu kongreyi
düzenleyenlerin de “panel” dediği bir tartışma oturumu başlıyor.
Konumuz: İslam ve Demokrasi…
Tartışmacılardan biri İran’dan, Nur Enstitüsü’nden gelmiş. Sadullah
Zarei…
Farsça konuşuyor. Tek kelimesini anlamadığım bu şiir dilinin
tınılarından fışkıran musikiye kendimi bırakmış, anlamadan
dinliyorum. Kulaklığımdan gelen anında çeviri yapanın sesi beni
silkeliyor. İranlı din âlimi Zarei, Batı’nın liberal demokrasisinin
karşısına bazen “İslami demokrasi”, bazen “halkçı demokrasi” diye
adlandırdığı farklı bir demokrasi modeli koyuyor.
Konuşmanın özeti bile buraya sığmaz. Ama şu ilginç cümleyi
aktarmalıyım:
-İslami demokraside veyahut halkçı demokraside veyahut halkçı
İslamda, yani adına ne derseniz deyin, iki önemli kaide, prensip
var. Birincisi: Haklı olmak. İkincisi: Kabul görmek. Yani İslami
demokraside işbaşına gelmek için evvela haklı olacaksınız, sonra da
bunu halk kabul edip sizi seçecek...