Ahmet Bey, haberi alınca içim
acıdı.
Hayır sizin için değil. Ülkemin bu hale
düşmüş “hukuk”u, adaleti, adliyesi için içim
acıdı.
Tamam, kalbinizde pil takılı olduğunu biliyorum. O yüzden
havalimanlarındaki X-Ray’den geçmediğinizi, hatta kalbinizi olumsuz
etkilediği için cep telefonu taşımadığınızı biliyorum. Mardin
Belediye Başkanlığı gibi yükü yoğun ve ağır bir işi nasıl
yakınmadan yürüttüğünüzü de dolaysız tanık olarak iyi
biliyorum.
Dahası Kürt siyasal hareketi içinde sözünü
sakınmayan, şiddetin reddiniiçselleştirmiş bir siyasetçi
olduğunuzu da iyi biliyorum. Buna kaç kez tanık olduğumu,
olduğumuzu unuttum. “Pek çok kez” deyip
geçeyim.
Ve siz gözaltındasınız.
Bunun benim için anlamı, AKP iktidarı, silahların susacağı
kapıların, “Kürt sorunununbarışçıl çözümü”ne açılan kapıların
en önemlilerinden birinin daha kapatıldığı, kilitlendiği, bir
karanlık hücreye tıkıldığıdır.
Sizin için kaygılanmıyorum.
12 Eylül’ün Diyarbakır Hapishanesi cehenneminden başı dik çıkmış
bir arkadaşımsınız. Hemen hemen aynı yaştayız. İkimiz de
hapishaneleri, hele hele askeri hapishaneleri iyi biliriz;
ranzalarında yattık, daracık koridorlarında volta attık.
Gözaltındaki, yargıç
kararıyla “mutlak yalıtılmışlık” anlamına
gelen “kısıtlama”yı umursamayacağınızı da iyi
bilirim.
Keza Kürt milliyetçiliğine kendini kaptırmışların 19 Ekim
2009’da “Kürt açılımı” denen ve barışa gideceği umulan
sürecin bir adımı olarak
gelenlerin “Habur kapısında”karşılanışını bir gövde
gösterisine dönüştürmelerine karşı
nasıl “sükûnet” uyarıları yaptığınızı ve kimi densizlerin
sizi nasıl “sözlerle hırpaladıklarını” da dolaysız tanık
meslektaşlardan dinledim.
Yine keza kendi kendini Türk milliyetçiliğinin vurucu gücü tayin
etmiş zorbaların size nasıl yumruklarla saldırdıklarını, İzmir’de
göbeği açık, modern(!) genç kızın elindeki