Birkaç cümlelik bir paragraf yazdım. Sonra sildim. Sonra aynı
paragrafı bir daha yazdım ve bir daha sildim...
“Ülke ne hale geldi, biz ne hale geldik” sorusunun benim için
bundan daha kestirme, daha yalın ve daha öfkelendirici cevabı
olamaz.
Yazdım, sildim, yazdım, sildim. Çünkü...
Çünkü kafamda cevaplayamadığım sorular kol geziyor:
Acaba bu cümleyi böyle yazarsam durumdan vazife çıkaran bir savcı
“Anayasa Mahkemesi’nin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif” iddiası
ile soruşturma başlatır mı?
Acaba Anayasa Mahkemesi üyelerinin önünde duran ve incelenmeyi
bekleyen “Cumhuriyet tayfasının dosyalarına olumsuz bir önyargı”
yaratır mı?
Acaba zaten bıçak sırtında yürüyen “gazetemize bir zararı” dokunur
mu?
*** Ardından “Ulan Aydın Engin, amma
da ödlek oldun haaa” diye kendimi tırmıkladım.
Sonunda “Korkunun ecele faydası yok” halk deyişine uymaya karar
verdim. Başka koşullarda çok masum olan, ama bugünün koşullarında
“sonuçlar” doğurabilecek cümleyi yazdım:
- Eyyyy Anayasa Mahkemesi susma hakkın var mı, olabilir mi?
Ey Anayasa Mahkemesi senin de kulağına çalınmıştır. Bu ülkenin
yiğit kadın ve erkekleri alanları çınlatırlar, ‘Susma sustukça sıra
sana gelecek’ diye haykırırlar. Eyyy Anayasa Mahkemesi sıra sana
geldi bile farkında değil misin?
Tamam savaş koşullarındayız. Sadece Türkiye’nin değil, neredeyse
bütün dünyanın gündeminin başköşesine...