Meslek ustamız Çetin Altan aramızdan
ayrılana kadar inatla, ısrarla yineledi, hemen her yazısını aynı
cümlecikle noktaladı: Enseyi karartmayın!..
İlk okuduğumda da, son okuduğumda da demek istediğini küçük, çok
küçük bir duraksamadan sonra kavradım. “Umudunuzu yitirmeyin,
başınızı eğmeyin, enseniz güneş görüp kararmasın” demek
istiyordu.
Çetin Altan bir İstanbul çocuğu; ben ise
bir Ege çocuğuyum. Çetin Altan’ın bütün
yaşamı kentlerin kenti İstanbul’da geçti. Oysa benim çocukluğum da,
delikanlılığım da Ege’nin derinliklerinde, bir tarım
kasabasında, Ödemiş’te geçti.
Bizim orada başını öne eğmesen de bütün hayatın harman kaldırmakla,
dirgen sallamakla, savranbaşı olup bitmez tükenmez yolları
arşınlamakla, patates sulamakla, incir toplamakla, tütün kırmakla,
zeytin dibi bellemekle, yani kızgın Ege güneşi altında durup
dinlenmeden çalışmak, çalışmak,
çalışmakla geçiyorsa elin, kolun, bacağın, alnın,
burnun, kulakların, yüzün ve elbette ensen kararır.
Datbey köyünden Topal
Halil amcanın Terzi
Sadık’la “Sadık sen Allah’ın bir sevgili kulusun.
Elin ak, yüzün ak, ensen ak. Otur dükkânda kumaş biç, ilik aç,
düğme dik, teyel sök... Ohhhh yani... Benim gibi sabahtan akşama
ovada, dağda, bayırda güneşin annacında çalış da görelim o senin
pamuk elini, ak yüzünü, ak enseni” diye dalga geçip kıs kıs
gülüşünü az duymadım.