Günlerden bir gün “dışarı”daki Cumhuriyet tayfası “Abi
bugün sen ne dersen o olacak” dese, paramız çıkışsa ve o gün
Cumhuriyet 1000 (evet: Bin) sayfa çıksa, ben “Çekilin,
bugün Cumhuriyet’i tek başıma ben çıkaracağım”
desem...
Ne olur dersiniz?
Önce “1000 sayfa yetmeyecek; 1200, o da yetmezse 1500 sayfa
çıksak mı” diye sorardım.
Sonra oturur, önce bizim “içeride”kilere, hep başkaları yazacak,
ben de burnumu çekecek değilim ya, bu kez kendim uzuuuun bir
“İçeriye mektuplar” döşenirdim.
Akın Atalay’dan başlarım. “Olmazı nasıl olur
kıldığını, paranın yetmezini nasıl yeter kıldığını,
Cumhuriyet’in nasıl her gün çıkabildiğini, dolara endeksli
kâğıdı, mürekkebi nasıl bulup buluşturduğunu,
rotatifin dönmesini nasıl hiç aksatmadığını,
maaşların nasıl olup da hiç aksamadan ödendiğini sen
içeri girince anladım. Seni ortaçağ
büyücüsü Merlin ilan ediyorum. Bundan
böyleadın Merlin olacak” diye
yazardım.
Sonra Murat Sabuncu’nun terli, tuzlu alnından
öpüp, “Önerdiğin manşetlereitiraz etmenin tadını unuttum. Oysa
çatı kattaki yazıişleri masasında yerini alsan; hep
kıskandığım haber refleksinle bir başlık önersen ve ben yine
‘Ulan bunu niye o düşündü de ben düşünemedim’ diye
kıskançlıktan çatlayıp sudan gerekçeler uydurup itiraz
etsem; sen ısrar etsen. Bu keyifli itiş kakışımız sürse
gitse...” diye yazardım.