Hayır,
tanıdığım Ali
Nesin ve Ahmet
Nesin’den, tanımadığım Oya
Nesin ve Ateş
Nesin’den söz etmiyorum.
“Aziz Nesin’in çocukları” dendiğinde
benim aklıma Trakya’da, Çatalca’nın yakınında bir dere yatağının
kıyısında, daha yaklaşırken cıvıltıları kulağınızda yankılanan
“çocuklar”
gelir.
Bugününü değil, neredeyse ilk gününü bildiğim
bir... Bir...
Haydi gel uygun kelimeyi bul bakalım
gazeteci!..
Çocuk
yuvası? I-ıhh...
Çocuk barınağı? Hiç
değil...
Bir hayır hasenat
yeri... Asla...
Peki ne?
“Bir yaşlı, bir koca, bir ulu, bir
ünlü yazarın gerçekleşmiş düşü”
desem?
Belki...
***
Kitaplarının gelirinden başka hiçbir geliri,
malı mülkü, varlığı varsıllığı
olmayan Aziz
Nesin, kendi zorlu çocukluk yaşamından
miras çoğu acı, azı tatlı anılarından
bir düş süzdü.
Kimsesiz kalmış ya da ana babası pek yoksul küçük çocuklar için bir
yuva düşü...
Çatalca yakınlarında cılız bir derenin
kıyısında 10 dönümden biraz büyük bir tarla satın aldı. Dere
kıyısına çadır kurdu. İçine bir yer döşeği, bir masa, bir tahta
iskemle, bir de lüks lambası koydu.
Tan Oral’ın sadece çok iyi bir
karikatürist değil aynı zamanda diplomalı bir mimar olduğunu
biliyordu. Tan Oral’ı çağırdı, “düşü”nü
anlattı.
“Mimar” Tan Oral kolları sıvadı.
Galiba iki buçuk katlı bir ev çizdi. Tan çizdi, Aziz Nesin bozdu,
Tan bozulanı onardı, Aziz Nesin bir başka yerini bozdu. Tan Oral
yeniden düzeltti.
***
Haydi biraz
övüneyim.
Tam o aşamada Aydın
Engin adlı bir haberci, o dere
kıyısında, o çadırın içinde kısa pantolonu, atlet fanilası ile
oturmuş, Tan Oral’ın çizdiği mimari projeyi yine bozacağı
krokilerle boğuşan Aziz Nesin’i buldu. Çadırın içinde aman vermez
sivrisineklerle birlikte boğuşarak bir röportaj başladı. Haberci o
dönemde bir gazetede değil bir haber ajansında çalışıyordu.
Röportajı Hürriyet gazetesine sundu ve birinci sayfadan hem de
fotoğraflı yayımlandı.
Sonunda inşaat başladı. Haberci yine gitti, bu
kez yaz günü temel kazan, harç taşıyan işçilerle bir röportaj daha
yaptı. Röportaj o zamanki Vatan gazetesinde (işe bakın siz) yine
birinci sayfadan fotoğrafları ile
yayımlandı.
Sonunda inşaat bitti. Ardından o cılız derenin
kıyısında çocuk kahkahaları, kuş cıvıltılarıyla yarışmaya başladı.
Bu kez Alman televizyonu için röportaj yapmak üzere haberci yine
oraya gitti. Aziz Nesin “Şiiri duyuyor musun gazeteci”
diye sordu. Soruya gerek yoktu. Şiir her yanı sarmıştı. İkisinin de
gözleri mi nemlendi ne?