Her yıl 24-31 Ocak tarihleri arası Adalet ve Demokrasi
haftasıdır. Haftanın başlangıcı 24 Ocak’ta (1993) Uğur Mumcu, sonu
olan 31 Ocak’ta ise (1990) Muammer Aksoy öldürülmüşlerdi. Başta
onlar olmak üzere, bütün adalet ve demokrasi şehitlerini anmak için
her yıl ocak ayının bu haftasında bir dizi etkinlik
düzenlenmektedir.
Bu pazar Uğur Mumcu’yu ölümünün 23. yılında bir kez daha anarken,
Edirne Belediyesi’nin düzenlediği etkinliğe katılmak üzere serhat
şehrimizdeydim. Ama daha önce günün ilk etkinliği olarak Silivri’de
Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklu bulundukları yerde Umut
Nöbeti’ne durdum.
Uğur’u anmanın en doğru yolu buydu. Çünkü eğer Uğur sağ olmuş
olsaydı, o da Silivri kapısında olurdu.
Uğur Mumcu yalnız yazılarıyla, şöyleşileriyle, kitaplarıyla,
katıldığı mitingler ve gösterilerle demokrasi mücadelesine katkı
sunmakla yetinmez, aynı zamanda kim mağdur olmuşsa, baskıya maruz
kalmışsa, onu hapishanede, hastanede, evinde, neredeyse ziyaret
eder, duruşmalarında hazır bulunurdu.
Bu tavır demokrasi mücadelesindeki insanların yalnız olmadıklarının
hem kendilerine, hem de cümle âleme anlatma amacını güderdi.
***
Edirne’deki söyleşinin konusu da “Uğur Mumcu bugün sağ olsaydı”
idi.
Yaşamına bakınca, Uğur Mumcu’nun sağ olsaydı, bugün ne yapacağını
kestirmek, o kadar güç olmasa gerek.
“Kalpaksız Kuvvacı” Uğur Mumcu, emekten yana tercihini hep önde
tutmuş bir laiklik ve demokrasi savaşımcısıydı.
Bu savaşımında içten, ödünsüz ve yürekliydi.
İçtenliğinin kanıtı, özgürlükler ve kavramlar konusunda, hiçbir
zaman bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırım yapmamış
olmasıdır.
Türkiye’de uzun yıllar uygulanmış olan TCK’nin 141- 142 ve 163.
madelerinin kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, Uğur Mumcu,
nasıl sosyalistlere karşı baskı aracı olarak kullanılan 141- 142.
maddelere karşı tavır koymuşsa, siyasal İslama karşı uygulanan 163.
maddeye de muhalefet etmişti.
O, herkes için özgürlük ve demokrasi istiyordu, sosyalistler için
de, siyasal İslam için de... Siyasal İslam ile mücadelesini
demokrasi sınırları içinde yürütüyordu ve bu ikisi birbirleriyle
çelişmiyordu.
Bu ayırım yapmama tavrı, terör konusunda da geçerliydi. En sık
tekrarladığı sözlerden biri “terör nereden gelirse gelsin, terördür
ve karşı durulması gerekir”di.