Dün, Tayyip Bey’in sandığının aksine,
itirazımızın başkanlık sisteminden çok Cumhurbaşkanı’nın tek adam
yönetimi tutkusuna olduğunu belirtmiş, istenenin de başkanlık
sisteminin getirilmesinden ziyade, dikta yönetiminin yasal
kılıfının hazırlanması olduğunun altını çizmiş, toplumda, yeterli
demokratik birikim olmadığı zaman, Türkiye’de şu anda yürürlükte
olan uygulamadan örnekler vererek, parlamenter sistemin bile
demokrasiye aykırı sonuçlar verebileceğini, aksi halde ise, 4 Ekim
1958 Anayasası’nın 16. maddesinde cumhurbaşkanı için öngörülen, bir
diktatörün dileyebileceği bütün olanakları sağlayan düzenlemelere
karşın başkanlık sisteminin de pek de âlâ demokrasiyle
bağdaşabileceğini, Fransa’dan örnekler vererek
vurgulamıştık.
Bu arada, hemen vurgulamak gerekir ki, Fransa’da V. Cumhuriyet’in
başkancı sisteminin gündeme gelmesinin geçerli bir nedeni vardı. O
da kısmen 3. Cumhuriyet’in (1870 - 1940) son dönemlerinde, ama
hemen hemen tüm 4. Cumhuriyet (1946 - 1958) boyunca süren ve ülkeyi
felç eden siyasi istikrarsızlıklardır.
***
Türkiye kimi koalisyon dönemleri yaşamışsa da parlamentodaki
sandalye dağılımından kaynaklanan siyasal istikrarsızlıklara
sürüklenmemiştir.
Dolayısıyla Fransa’daki arayışlara yol açan nedenler Türkiye’de
yok. Türkiye’de başkanlık sistemi saplantısı Tayyip Bey’in tek
adamlık tutkusundan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, aynı sistem iki
ülkede çok farklı sonuçlar vermeye adaydır.
Gerçekten de, Erdoğan’ın da bir ara, kendine uygun bulduğu Fransız
sistemi cumhurbaşkanı ile başbakanın aynı çoğunluktan gelmeleri
halinde işlemekteydi.
5. Cumhuriyet’in ilk yıllarında cumhurbaşkanı ile parlamentonun
ayrı çoğunluktan olmaları halinde ne olacağı sorusu çok soruldu ve
çoğu uzman bu takdirde sistemin sonunun geleceğini ileri
sürdü.
Korkulan, Mart 1986’da gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda,
1981’de Élysée’ye seçilmiş olan François
Mitterrand oturmaktaydı. Mart 86 yasama seçimlerini
ise Jacques Chirac’ın
partisi RPR kazanmıştı.
Şimdi ne olacaktı?
Mitterrand, parlamento çoğunluğuna dayanan Chirac’ın yerine,
parlamento içinden başka bir başbakan mı atayacaktı? Yoksa
anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, meclisi
feshederek, yeni seçimlerin mi önünü açacaktı?
***
François Mitterrand bunlardan hiçbirini yapmadı ve Chirac’ı
başbakan olarak atadı. Böylelikle 20 Mart
1986’da “cohabitation” (birlikte var olma iktidarı
paylaşma) denen dönemlerin ilki başlayacak ve 1988’e kadar
sürecektir. Daha sonra François
Mitterrand, Eduard Balladur ile
1993 - 95 arasında ikinci “cohabitation dönemini”ardından da
1997 - 2002 arasında Chirac
- Jospin 3. “cohabitation dönemi”ni
yaşayacaklardır.
Fransız sistemi De Gaulle’e ısmarlama elbise
gibi biçilmiş olmasına, birçok kişinin de bu nedenle General’den
sonra sürmeyeceğini düşünmesine karşın, cumhurbaşkanı ile
parlamentonun ayrı siyasi eğilimlerde olmaları halinde
işleyebilmiştir.
Bunun nedeni Fransızların zengin demokrasi birikimiyle, uzlaşma
kültürüdür.
Şimdi şu soruyu sorduğunuzda acaba ne cevap alırsınız:
- Acaba bu durumlarda, Mitterrand ve Chirac’ın yerinde Tayyip Bey
olsaydı, ne yapardı?