Zaferler, büyük başarılar kadar felaketler, büyük kayıplar da
ulusları, toplumları birbirine kenetleyici, birleştirici rol
oynarlar.
Sübjektivist ulus kavramının kuramcılarından Ernest
Renan, ünlü 11 Mart 1882 Sorbonne konferansında bu gerçeği
vurguluyor ve sonra da konuşmasının bir yerinde şunları
söylüyordu:
Görülüyor ki, günümüzde İtalya’da her bozgun işlerin daha
düzelmesine yardım ederken Türkiye’de (Osmanlı’yı kastediyor) her
zafer Türkiye’nin kaybına oluyor.
Renan, bu olguyu şu gerekçeye dayandırıyor:
“Çünkü İtalya bir ulustur ve Türkiye ise, küçük Asya’nın dışında
ulus değildir. Her olaydan sonra, İtalya biraz daha uluslaşırken
Türkiye’de Türkler, Slavlar, Rumlar, Ermeniler, Kürtler,
başlangıçtaki kadar birbirlerinden uzaktırlar.”
Renan’ın ulusçuluğunun etnik kökene dayanmadığını söyler, Türk
sözcüğüyle Osmanlı’yı kastettiğini vurgularken, tanısındaki isabete
parmak ısırmamak mümkün değil.
1881’den bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Kavramlar,
kurumlar değişti. Osmanlı bitti. Küçük Asya ile sınırlı Türkiye
Cumhuriyeti onun yerine geldi.
Ama işin özü değişmedi. Toplumları güçlü kılan, onları sağlam birer
varlık haline getiren, bir arada yaşama konusundaki toplumsal
mutabakat idi.
***