Birbiriyle, aynı zamanda, yan yana bulunan iki Türkiye var:
Resmi Türkiye ve gerçek Türkiye.
Gerçek Türkiye, olanı temsil eder; ülkenin dört bir yanında,
yaşamın her aşamasında bulunur. Resmi Türkiye ise gerçek yaşamda
bulunmayan, kâğıt üzerinde kalan, özlenen, olması gerekeni
betimler. Ülkemizde insanlar, gerçek Türkiye’de yaşarlar, ama resmi
Türkiye’de yaşadıklarına inandırılırlar, daha doğrusu inandırılmaya
çalışılır.
Dün resmi Türkiye’de yargı yılının açılış töreni vardı.
Tören, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, YSK, AYM, Danıştay ve
Yargıtay da dahil olmak üzere bütün yargının denetimini elinde
bulunduran Beştepe’deki Saray’da yapıldı. O törende yargı
bağımsızlığından, tarafsızlığından adaletten yargıda reform
belgesinden çokça söz edildi.
Aralarında, İstanbul, Ankara ve İzmir baroları da bulunmak üzere,
Türkiye’deki 125 bin avukatın büyük çoğunluğunun temsilcisi olan 52
baro, yani yargının ayaklarından birini oluşturan savunma ise bu
törende yer almadı.
Bunların Saray’daki törene katılmamalarının nedeni, bağımsızlık
ilkesinin ayaklar altına alınarak, yargının Beştepe tarafından
teslim alınmasını protesto etmeleriydi.
*** Gerçekten de, resmi Türkiye’de “yargı bağımsızlığı” ve “adalet” kavramları slogan niyetine bol bol tekrarlanırken, gerçek Türkiye’de yargı erki artık, Beştepe’ye biat etmeyeni, hele hele karşı çıkanı otomatik cezalandırma erkine dönüşmüş bulunmaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi ayaklar altına alınarak yargının, yürütmenin başı tarafından teslim alınmışlığı sona erdirilmeden, bu alanda hiçbir olumlu adım atmak mümkün değildir. Yargıda her türlü reform vaadi, bu teslim alınmışlık sürdükçe lafta kalmaya mahkûmdur.