Emre Kongar, dünkü yazısına içinde bulunduğumuz durumu özetleyen
şu cümle ile başlıyordu: “Türkiye üç koldan terör saldırısı
altında.” Bunların IŞİD, FETÖ ve PKK terörü olduklarını da,
bunların üçüyle mücadelenin de doğru şekilde yapılmadığını
belirtmeye de gerek yok sanırım. IŞİD ile mücadelenin layıkıyla
yapılamadığını veya yapılmadığını daha önce yazmıştım. Öyle
görünüyor ki,dünün FETÖ’cüleri, bugünün soruşturmacıları,
koğuşturmacıları konumuna geldiklerine göre o konuda da durum
farklı değil.
Güneydoğu’dan ve başka yerlerden gelen haberler PKK ile mücadele
konusunda da yanlış yolun tutulduğunu gösteriyor.
Bir konuya açıklık getireyim: Çözüm sürecinin, çıkmaza sürüklenmesi
ve yeniden kanlı çatışmalar dönemine girilmiş olmasının
sorumluluğunu tek başına iktidara yükleyenlerden ve PKK’nin,
uluslararası konjonktürden yararlanma hesaplarını da içeren,
uzlaşmaz çatışmacı tavrını görmezden gelenlerden değilim. Tam
tersine terör örgütü PKK’ye karşı, polisiye önlemlerin alınmasını
ve bunun hiçbir koşulda savsaklanmaması zorunluluğunun farkında bir
kişi olarak, iç içe girmiş Kürt sorunu ve PKK terörünün hem bir
arada, hem de aynı anda ayrı ayrı ele alınmalarının tek geçerli
yöntem olduğunu belirtmek isterim.
“Çözüm süreci”nde, PKK’nin terör eylemleri hazırlıklarına göz
yumduğu için siyasal iktidarı eleştirenlerin, şimdi “Neden teröre
karşı şiddet kullanıyorsun” demeleri zaten beklenemez.
***
Ancak teröre karşı kullanılan şiddetin orantılı olması, vatandaş
ile teröristi elden geldiğince birbirinden ayırması zorunludur.
Masa başında yazması çok kolay olan bu hususun, çatışma alanında
hayata geçirilmesinin ne denli güç olduğunun farkındayım.
Ama bu yaşamsal zorunluluğa uyulmadığı takdirde de, vatandaşın ve
onunla birlikte mücadelenin de kaybedileceğini de akıldan
çıkarmamak gerek.
Vatandaşı PKK’nin yanından ayırmadan Kürt sorununun çözümü
imkânsızdır.
Bunun için yapılması gereken, bir yandan PKK ile savaşı sürdürürken
öte yandan demokratik önlemleri alarak, toplumsal mutabakatın
koşullarını oluşturmak gerekir.
Toplumsal mutabakat Kürt sorununun çözümündeki anahtar düşüncedir
ve o gerçekleşmedikçe, ne yaparsanız yapın sorun
çözülmeyecektir.
Kendisini Kürt olarak tanımlayan vatandaşların, mümkün olan her
fırsatta ve platformda, kendilerini ifade etmelerinin önünü açmak,
daha da ötesi, bunu teşvik etmek ve Kürt sorununun dile getirilme
platformlarının çeşitlendirilmesi, yüreklendirilmesi ile şiddetin
geçerli bir ifade biçimi olmadığını, siyasi tartışmanın ve çözüm
arayışının tek umar olduğunu göstermenin yolu herhalde, HDP’yi
dışlamak, izole etmek ve daha fazla PKK’nin kucağına itmek olmasa
gerek.
HDP veya kendini Kürt olarak tanımlayanların tüm gerçek siyasal
örgütleriyle diyaloğu geliştirmek şarttır.