1991 yazıydı. Nadir Bey ile
Yeniköy’deki yalısının terasında oturuyorduk. O tekerlekli
sandalyesinde hastalığın etkisiyle zaman zaman dalgınlaşıyor...
Şairin “düştü enginlere bir ince hüzün/ soldu günler gibi sevdalı
yüzün” diye tarif ettiği zaman parçasının bir tık ötesinde, alaca
karanlık bastırmaya başlamış, karşı kıyılar yavaş yavaş silinmekte,
aydınlık tümüyle karanlığa teslim olmaya nafile direnmekte, hüzün
perde perde yerleşmekte... Sözlerin tükeneceği günlere doğru yol
alıyoruz. Belki bir daha fırsat bulamam diye içimi
döküyorum:
-Size minnettarım Nadir Bey, sayenizde özgürce çalıştık, onurumuzla
yaşadık. Nadir Bey’in yanaklarından iki damla yaş
süzülüyor...
Karşı sahilde birer ikişer ışıklar yanmaya başlıyor, birazdan
yüzlerimiz de seçilmez olacak.
O akşamdan birkaç hafta sonra Nadir Bey öldü.
Bilmiyorum kaç kişi daha o gün bir dönemin kapandığının farkına
varmıştı.
Nadir Bey, yaşam boyu patron olarak kimsenin yazısına, düşüncesine
karışmadı. Bu konu açıldığında, hep iftiharla şunu
söylerdi:
-Babam da yazılara hiç karışmazdı.
***
1945’ten 1991’e kadar 46 yıl süreyle Cumhuriyet gazetesini yöneten Nadir Bey, “Ben babamdan böyle gördüm” diyerek, düşünce özgürlüğüne saygıyı meslek yaşamının şiarı haline getirmişti.