Televizyon programında, iki büyükelçi, Uluç
Özilker ile Murat Bilhan,
Avrupa ile son gerginliği, gayet yetkin bir biçimde irdelerken
siyasilerimizin uluslararası ilişkilerde kullandıkları dili çok
yadırgadıklarını da belli ediyorlar.
Gerçekten siyasilerimiz, konuşmaya başlayınca kristal mağazasına
girmiş fil misali kırıp dökmedik şey bırakmıyorlar. Son kriz
sırasında da Hollanda ve Almanya’nın bakanları, başbakanları
devletlularımızın söylemlerinden nasiplerini aldılar, ne
Nazilikleri kaldı ne faşistlikleri... Bakanlar içinde diplomasi
diline en aşina olması gereken Mevlüt
Çavuşoğlu Türkiye’deki insan hakları uygulamalarıyla
ilgili olarak, hoşuna gitmeyen soru soran Alman gazeteciye şu özlü
yanıtı verdi: -
Bullshit!
Öyle görünüyor ki yakında siyasilerimiz diplomatik dillerini daha
ilerleterek öfkelerinin hedef tahtasına yerleştirdikleri yabancı
devlet adamlarına tekerleme haline getirilmiş
şöyle “diplomatik hitaplarda!” bulunacaklardır:
- Köprü altı boy boy/ öpsün seni Türk kovboy...
Ya da, kızdıkları bir ülkenin devlet adamına şöyle yanıt
verebilirler:
- Onu öyle demezler/ peynir ekmek yemezler/ ben de seni
tepelemezsem/ bana da adam demezler.
***
Halkın nabzını çok iyi tutmakla övünen
siyasilerimiz “monşer” olarak niteledikleri
diplomatlarımızı iyice şaşırtan, ama seçmenin kültürüne daha uygun
düşen bu tür “diplomasi dili!”ni kullanmakta, nasıl olsa dış
politikamızın esas muhatabı yabancı ülkeler değil,
kahvedeki “bilge!” olduğundan beis görmüyorlar.
Diplomatın şaştığı, devlet adamının ayıpladığı aklı başında
kişilerin alaya aldığı bu diplomatik dili eleştirenlere, onu
geliştirenler kahkahayla gülmekte ve “Bizim Hollanda ile
Almanya’ya seslenir görünürken aslında mahalle
kahvesindeki seçmeni hedef aldığımızı hâlâ anlamamışlar.
Oysa biz dışarıdahayali düşmanlar yaratırken, kahvedeki
seçmen sayesinde amacımıza ulaştık” diyerek, bildikleri
yolda yürümeyi sürdürmekteler.
Haklı olabilirlerdi, mahalle kahvesine yönelik diplomasinin bedeli
çok ağır olmasaydı eğer.