AKP’nin 12 Eylül “Tayyiban” kongresindeki gelişmeleri
kimileri kadro yenileme olarak niteliyorlar.
Bu nitelemenin doğru olduğunu sanmıyorum.
Gerçi, AKP 2015’te de böyle bir gereksinim ile karşı karşıyaydı.
Ama gereğini yapamadı.
AKP 7 Haziran 2015 seçimlerine girerken inişe geçmiş durumdaydı, oy
açısından kanama geçiriyordu.
Tayyip Bey’in partinin başından ayrılmasından
kaynaklanmıyordu bu düşüş.
Her alanda AKP politikaları kitleleri tatmin eder olmaktan
uzaktı.
Siyasal İslam vaatlerinin önemli bir bölümünü gerçekleştirememiş,
gelip takatinin sınırına dayanmıştı.
Öte yandan Türkiye’nin karşı karşıya olduğu devasa sorunlar ki, bir
bölümü de AKP politikaları sonucu, daha da içinden çıkılmaz hale
gelmişti, bölgenin kaosuyla artan ihtiyaçlarla birlikte, büyük bir
mutabakatı artık zorunlu kılıyordu.
Bu durumda, 2001 yılında iktidar olmak için dizayn edilmiş olan ve
bütün dünyaya ılımlı İslamın örneği olarak sunulmuş bulunan
partinin, yeni soluk getirecek kadrolarla takviye edilip, siyasal
İslam ideolojisinin merkeze kaydırılarak, modernleşmesi
beklenirdi.
Parti zaten 2002 yılında iktidara, siyasal İslamı kapitalizm ile
bağdaştırmak, ABD ve AB ile uzlaştırmak, böylelikle kendisini
doğuran akımın eski partilerinin yanlışlarını düzeltmek vaadiyle
işbaşına gelmişti.
Yukarıda saydıklarım, ABD’nin yıllardır peşinde olduğu bir hevesti.
Siyasal İslamı ehlileştirerek, kapitalizm ile bağdaştırmak ve
kendine müttefik kılarak hem İslam, tehditten ortağa dönüşecek, hem
de küreselleşmenin karşısında engel olarak gördüğü ulus devlet,
Türkiye bağlamında da Kemalizm tasfiye edilmiş olacaktı.
AKP bu amaçla, Atlantik ötesi güçlerin patronajında oluşturulmuş
bir ortak yapımdı.
***
Ortak yapım, siyasal İslam ile kapitalizmi bağdaştırmak, AKP ile
ABD ve AB’yi uzlaştırmak üzerine bina edilmişti. Bunun için,
yatırımcıya da güven verici şekli bir demokrasi
zorunluydu.
Ne var ki, AKP uzun iktidar döneminde bunu sağlayamadığı gibi 12
Eylül askeri dönemine bile rahmet okutan bir baskı yönetimini yavaş
yavaş egemen kıldı.
Bu arada, Türkiye’nin de üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunlar
ağırlaşıyor ve uzlaşmacı politikaları kaçınılmaz
kılıyordu.
İktidarının başlangıç döneminde demokrasiye göz kırpar görünen
AKP’nin önderi Tayyip Erdoğan ise tam tersine, başkancı bir sistemi
fiilen yürürlüğe sokarak, devletin bütün erklerini kendi denetimi
altına alıp, kişisel yönetimini pekiştirme yolunu tutuyor, diktaya
dolu dizgin gidiyordu. Bu arada ABD ve AB ile bölgedeki
uzantılarıyla ilişkiler iyice bozuluyordu.
Kuruluş vaatleri ve projeleri suya düşmüştü artık.