Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in Türkiye ekonomisinin
notunu düşürmesini Başbakan Binali Yıldırım tepki ile karşılamış ve
kuruluşa adeta meydan okumuş:
- Bu girişimde, algı oluşturma gayretleri görüyoruz. Türk ekonomisi
3-5 değerlendirme kuruluşunun raporlarına göre hizaya geçecek
değil.
Görülüyor ki, Başbakan da, Türk demokrasisini, haklı olarak
eleştiren, ekonomik yapısının kırılganlığını dile getirenler
arasında yerini almış bulunan Moody’s’i de “Reis rejimi”ni köşeye
sıkıştırmaya çalışan “düşman”lardan biri olarak kabul
etmektedir.
Moody’s’in ekonomimizin notunu kırması karşısında öfkelenip
efelenmek pek akıllıca bir davranış olmasa gerek
Ekonomisinin çarklarını çevirmek açısından ulusal tasarruf miktarı
düşük, ürettiğinden çok üreyen ve tüketen ülkeler, sıcak yabancı
kaynağa muhtaç yapıları dolayısıyla kırılgandırlar.
Bu yüzden, Türkiye ve benzeri konumdaki ülkelerin “posta koyarken”
dikkatli olmaları ve bir şey olmaz umursamazlığının tuzağına
düşmemeleri gerekir.
Nitekim, 1994 yılında Türkiye’nin kredi notunun kırılması
karşısında bir şey olmaz diyenlerin gafletini ülke pahalıya
ödedi.
***
Çekirdekten yetişme bir ekonomist olan, Mehmet Şimşek ise
“Derecelendirme kuruluşlarına vereceğimiz en iyi cevap, yapısal
reformları daha da hızlandırmak, mali disiplini korumaktır, durmak
yok, reformlara devam” derken, Başbakan’ın tepkisinin tam tersine
bir tavır içindedir.
Önde gelen yapısal reformların neler olduğunu görebilmek için de,
ekonomi allamesi olmaya gerek yok.
Her şeyden önce, Türkiye’de yargı bağımsızlığını yeniden yaşama
geçirmek ve yargı reformuna girişmek şarttır.
Ekonominin bir üst yapı kurumu olan hukuk düzeninden bağımsız
olarak, ondan etkilenmeyeceğini düşünmek son derecede
yanlıştır.
Türkiye bu dersi, daha 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde (1839) almış
bulunmaktadır. Gerçekten de, hukukun üstünlüğü yolundaki ilk adım
olan Tanzimat Fermanı 1838 İngiliz – Türk Ticaret Anlaşması’nın
ihtiyaç duyduğu ortamı yaratmaya yönelikti. Aradan geçen bunca
zamandan sonra, ekonomik istikrar ile demokratik, siyasi istikrar
bağlantısı daha da pekişmiş bulunmaktadır.
Yargı bağımsızlığının bulunmadığı, suçların ve cezaların
kanuniliği, şahsiliği ilkelerinin çiğnendiği, insanların rehin
alındığı, müsadere benzeri uygulamaların türlü kılıflar altında
sürdürüldüğü bir ortamda, çağın gereksinimlerine uygun bir ekonomik
ve ticari ilişkiler ağının oluşması mümkün değildir.
Durum böyle olunca da, Türkiye’nin bir hukuk ve demokrasi reformuna
gitmeden, ihtiyaç duyduğu yabancı kaynağı bulması imkânı yoktur
Sermayenin, kendini tehlikede hissettiği zamanlarda, baskıcı tek
adam rejimlerinden medet umduğu bir gerçekse de, her zaman bu
uygulamadan yana olduğunu düşünmek de büyük bir yanılgıdır.