v
Kumpas davalarının alıp yürüdüğü
günlerdeydi. Bunların tartışıldığı bir televizyon programında
çocukluk yaşlarından tanıdığım bir gazeteci ile birbirlerine karşıt
olan görüşlerimizi dile getiriyorduk. Verilen arada da çay içerek
tartışmayı sürdürüyorduk.
- Hukuksuzluk dediğin hususlar usul, tali konular, esas olan
vesayet tasfiye ediliyor, bunlara takılıp kalmamak gerek, diyordu
muhatabım.
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, adil yargı, demokrasi gibi
kavramları anlatmak için nafile
uğraşıyordum.
Ünlü gazeteci, adaletsiz yargının zulmünü, daha çocukken ailesinin
başına gelenlerle yaşamış biri olmasına karşın, Nuh diyor peygamber
demiyordu. Kumpas davalarındaki rezaletleri desteklemek ve
savunmakla yetinmiyor, yayınlarıyla, ilişki kurduğu kişilerin
sağladıkları sahte belgeler ve ihbarlarla zulmün değirmenine su
taşıyordu.
Yanında, özgürlükçü olduğunu söyleyen ve onunla aynı telden çalan
bir avukat vardı. Hukukçu olmasına karşın, adil yargının önemini ve
herkes için gerekliliğini ona da
anlatamadım.
Derdimi anlayan gerçekten hukuk adamı sıfatına layık bir savcıydı.
Benimle birlikte hukukun üstünlüğünü savunuyordu.
***
Tartışmanın bir yerinde, dayanamadım,
avukata dönüp öfkemi dillendirdim:
- Askeri dönemlerde savcılardan çok çekmiş bir kişi olarak bir gün
bir savunma avukatına karşı, bir savcıya sığınmak zorunda
kalacağımı hiç düşünemezdim. Çok yazık!
Sonra gazeteci arkadaşa, her zaman dünyanın her yerinde, doğruluğu
olaylarla kanıtlanmış ilk bakışta pek banal görünen bir gerçeği
anımsattım:
- Adil yargı her zaman herkese gereklidir, belki bir gün sana da
gerekir, umarım bunu anladığında çok geç olmaz!