AKP’de son dönemde başgösteren Atatürk tutkusunun tartışmaları
sürüyor, daha da sürecek gibi görünüyor.
Tartışmalar daha çok girişimin, içtenliği dolayısıyla da
inandırıcılığı üzerinde odaklanıyor.
Sorunun can alıcı noktasının o olmadığı kanısındayım. Gerçekten de,
davranış ister “bu Atatürk’ü ne yaptıysak bir türlü silemedik, bari
kendimize benzetelim!” niyetinden kaynaklansın, isterse AKP’nin 15
yıllık politikalarının seçmenin Atatürk’te simgeleşen laik
Cumhuriyet’in önemini kavrayıp bu değerlere sarılma dürtüsünün
siyaset sahnesine yansımasının ürünü olsun, sonuçta siyasetçinin
içtenliğinden çok daha önemli olan laik Cumhuriyet ile kazanımları
ve değerlerinin korunmasında halkın uyanık bekçiliğinin, gecikerek
de olsa, iktidarı da etkileyecek dereceye erişmesi olgusunu
göstermesi bakımından önemli ve olumlu olduğunu düşünüyorum.
Gerçekten de Atatürk ve laik Cumhuriyet düşmanlığının toplumda
oluşturduğu tepkinin bu politikayı yıllarca sürdürmüş olanları bile
etkileyecek düzeye gelmiş olması demokrasi açısından
sevindiricidir.
*** Demokratik siyaset sahnesinde
“düşman” kavramının yeri yoktur.
Düşman kavramı demokrasi sahnesine girdiği andan itibaren,
demokrasinin özü olan iktidar ile aynı çizgide olmayanların
demokratik hak ve özgürlükleri alanı terk etmek zorunda
kalırlar.
İktidarların devletin kurucu felsefesi ve değerlerine düşman olduğu
ülkelerde devlet iktidar gibi düşünmeyenlerin üstünde baskı aracına
dönüşerek, kendi kendini yemeye başlar.
İktidar politikalarının bu yola girmemesi yolundaki en büyük
güvence ise toplumun demokratik bilincidir.
Son gelişmeyi işte bu bilinci göstermesi açısından önemli ve olumlu
buluyorum.
Ama burada başka bir yanılgıya düşmemek, bütün toplumun tornadan
çıkmışcasına biteviye olmasını beklememek gerekir.
Herkesin aynı siyasi görüş ve doğrultuda olduğu bir toplum, içinde
d...