Daha yurttaşlar sandığa gitmeden çok önce de, 16 Nisan’ın zor,
sonrasının ise çok daha zor geçeceği belliydi.
Zor günleri en az hasarla atlatmak için yapılması gereken ilk şey
16 Nisan’ı öncesi ve sonrasıyla doğru okumaktır.
Satır başlarıyla öyle yapmaya çalışalım:
- 16 Nisan’da çıktığı iddia edilen evet, yalnızca fiili durumu
resmileştirme sonucunu doğurmuştur.
Zaten Türkiye’de yasamanın, yürütmenin, yargının dizginlerinin
hepsi tek adamın elindeydi. Bu sonuç değişmedi, yalnızca
resmileşti.
- Fiilen yürürlükte olan tek adam rejiminin resmileşmesi, onun
meşrulaşmasını sağlamış değildir. Oylar dikta yönetimini
resmileştirebilir ama meşrulaştıramaz.
Halkın “muhalif olanı ve benim gibi olmayanları bastır,
sustur, tutsak et!” diyerek diktaları meşrulaştırma yetkisi
yoktur.
Çağımızda meşruiyetten kasıt demokratik meşruiyettir.
- Yeni metin halkın yüzde 51’inin onayını aldığının iddia
edilmesine karşın, “anayasa” vasfına sahip değildir.
Çünkü temel hak ve özgürlükleri güvence altına almak yerine ayaklar
altına alan, kuvvetler ayrılığını hiçe sayan, geniş toplumsal
mutabakata dayanmayan metinlere anayasa denmez.
***
- Aslında belirli bir kişinin kalıbına uygun biçilmiş bir metnin
oylanması olan 16 Nisan bir referandum değil plebisittir.
- Bu plebisitin kampanyası demokratik koşullar altında yapılmayıp
OHAL koşullarında baskı, yasaklar, engellemeler, tutuklama ve içeri
atma uygulamaları altında yapılmasının yanı sıra iktidarın halkı
korku ve baskı altında sindirmeye çalışmasından dolayı da
şaibelidir. Bu husus yerli, yabancı hukukçu ve gözlemciler
tarafından çok dile getirilmiştir.
- Seçim sırasında, YSK’nin kendisini de bağlayan Seçim Kanunu’nun
açık hükümlerine aykırı olarak iktidarın talebi üzerine yaptığı
mühürsüz oyların geçerli sayılacağı açıklaması ve bunun
uygulanmasıyla, bağımsız yargı denetiminde yapılmayan bütün
oylamalar gibi bu oylamanın da meşruiyetini zedelemiştir.
Burada sureta yargı denetimi var gibi görünse de söz konusu
bağımsız yargı olmadığından meşruiyetten, yasaya uygunluktan söz
etmek olanaksızdır.
- Bütün bu koşullar altındaki oylamanın sonucunun evet ya da hayır
çıkmasının fiili uygulamayı değiştirmeyeceği için aslında fazla
kıymet-i harbiyesi de yoktu.
- İlan edilen sonuç “hayır” da olsaydı, uygulamada bir
şey değişmeyecekti.
***
- Bütün bu tehditlere, baskılara, eşitsiz uygulamalara karşın
nüfusun hemen hemen yarısı, baskıyı, zulmü, işsizliği, hapsi göze
alarak sandığa gidip “hayır” demiştir. Resmi sonuçta
iddia edilen aradaki fark o kadar azdır ki eğer 700 bin kişi karar
değiştirseydi, “hayır”ların çoğunluğu kabul edilmek zorunda
kalınacaktı.
- Bu kadar yüksek hayır oyu, dünyada en fazla gazetecinin hapiste
bulunduğu, can güvenliği dahil, bütün temel hak ve özgürlüklerin
tehdit altında olduğu, belirli bölgelerinde iç savaşın sürdüğü bir
ülkede verilmektedir.
- Devletin bütün erklerini ele geçirmiş olan, Milli Eğitim ve diğer
kurumlar aracılığıyla beyin yıkayan, bağımlı yargı yoluyla yurttaşı
yıldıran AKP’nin 15 yıllık kesintisiz iktidarı sonunda demokrasi ve
özgürlük talepleri azalmayıp artmaktadır.