Prensip olarak, Mustafa Kemal konusuna pek girmek istemem.
Korktuğum için değil..
Tartışma ortamı olmadığı için o konuya pek girmek istemem..
Çünkü sonuçta, yazdıklarımızın bir faydası olmuyor.
Ne hedef kitlenin görüşünü değiştirebiliyoruz..
Ne de kendimizi, tam kastettiğimiz anlamda ifade edebiliyoruz..
Hemen saldırı başlıyor..
“Ne demişiz, hangi noktada bir eleştiri getirmek istemişiz” hiç bakmadan, irdelemeden, infaz ediyorlar.
Bize de..
“Madem öyle, biz de o konuyu tartışmaya açmayalım” deyip, es geçiyoruz.
M. Kemal konusuna mümkün olduğu nispette girmememin bir sebebi de..
Konunun takım taraftarlığı düzeyinde ele alınışı..
Ben hangi Fenerbahçeliye, sarı lacivertli takımın..
Veya..
Hangi Galatasaray taraftarına, sarı kırmızılı takımın “küme düşme pozisyonuna geldiği gerçeği”ni anlatabilir, kabul ettirebilirim ki?
Dolayısıyla..
“Sonuç alamayacağımız tartışmalardan uzak durma” prensibimizi, mümkün olduğu ölçüde, uygulamayı tercih ediyorum.
Fakat istisnai durumlar da olabiliyor.
İşte onlardan bir tanesi..
Önceki akşam, Habertürk kanalında, Atatürk övgüsü yapılıyor..
Yapsınlar, prensibimiz gereği, o konuya girmeyiz..
Ama sadece övgü yapılmıyor..
Fatih Altaylı, muhafazakar kesimden üç ismi almış karşısına..
Onların üzerinden tüm dindar insanları aşağılamak için, önce AK Parti’nin “İhvan’cı politikalardan, dolar gelecek diye vazgeçtiği” mavalı ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın BAE iade-i ziyaretini mahkum ediyor..
Hani şunu desek, hiç de haksız olmayız: “İhvan’cı politikadan kastın ne, pek belli değil ama.. Kastın; çaktırmadan dini söylemlere dayalı siyaset ise.. Tayyip Erdoğan’ı boşver.. Kemal Kılıçdaroğlu bile, o söylemlerle halktan oy almak için sabah-akşam helalleşme nutukları atıyor. ‘Başörtüyü kim yasaklayacakmış?’ naraları ile, hepimizden fazla siyasal islamcı oldu da, senin haberin yok!”