Ulaş Bıçakçı'nın bir papatya hikâyesi var:
"Çalışan annenin, başka kimsesi olmadığı için işe gittiğinde küçük
çocukları evde yalnız kalıyorlarmış. Anne, bakıcı tutamadığı için
çocuklarını, kendisi yokken hiçbir yanlışlık yapmayacak şekilde
eğitmeye karar vermiş. Evde olabilecek her şeyi tasarlamış ve
çocuklara tek tek tembih etmiş. Muslukları sakın açık bırakmayın,
emin olmadıkça kapıyı açmayın, etrafı dağıtmayın, gürültü yapmayın
falan. Ancak çocuklar her seferinde yanlış bir şeyler yaparlarmış.
Anne inatla o yanlışı da listesine ekler mutlaka başaracağına
inanarak tembihlerini yenilermiş. Bir kez, eve geldiğinde her
tarafı kontrol etmiş ve her şeyin yerli yerinde olduğunu görerek
sevinmiş. Salona dönüp çocuklarına, “Aferin yavrularım” diyecekken
vazodaki papatyaların başlarının olmadığını görmüş. Şaşkınlıkla ne
olduğunu anlamaya çalışırken çocukların bakışlarından durumu
anlamış: “Hay Allah, ‘Papatyaların başlarını yemeyin’ demeyi
unutmuşum. Bir türlü olmuyor işte.”
Hayatı simüle edip her hâli kapsayacak kural koymak mümkün mü?
EVET-HAYIR DÜĞMESİ
Bizim parlamento elektronik oylamaya geçmeye karar verdiği zaman
bir komisyon kurdu.
Komisyonun başkanı BOTAŞ'ın eski genel müdürlerinden Hayrettin
Uzun'du.
Komisyonun görevi bu işin (elektronik oylamanın) başka ülkelerde
nasıl yapıldığını incelemekti.
Rahmetli Hayrettin Uzun ziyaret ettikleri parlamentoları anlatırken
Almanya'daki sisteme şaşırdıklarını söylemişti.
Federal meclisi ziyaretlerinde sormuşlar:
-Sizde oylama nasıl yapılıyor?
Muhatapları, milletvekili masalarındaki iki düğmeyi göstererek;
-Eğer milletvekili evet diyecekse bu mavi düğmeye, hayır diyecekse
yanındaki kırmızı düğmeye basıyor, demiş.
Bizim heyetten biri sormuş:
-Peki yanında oturan, gelmeyenin yerine mavi ya da kırmızı düğmeye
basarsa ne olacak?
Alman şaşırmış:
- Yanındaki başkasının yerine neden düğmeye bassın?
Almanın böyle bir ihtimali aklı almamış.