Süleyman Demirel Başbakan olduğu dönemde, Başkanlık sisteminin
en sert muhaliflerinden biriydi.
Öyle ki Özal, Başkanlık sistemini gündeme getirdiğinde Demirel
yaylım ateşine başlardı. Özal'ın ne tek adamlığını bırakırdı, ne de
diktatörlüğünü.
Özal öldü Demirel Cumhurbaşkanı oldu.
Biz kendisinden parlamenter sistemin faziletlerine ilişkin
değerlendirmeler beklerken, Demirel, parlamenter sistemin en
muhalif eleştirmeni, Başkanlık sisteminin ise en güçlü
savunucularından biri olup çıktı.
Özal'ı bilmem ama Demirel Çankaya'ya çıktıktan sonra Başkanlık
sistemini istemeye başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
olduğu günden bu yana Başkanlık sistemini savunuyor.
Türkiye, yeniden Başkanlık tartışmasının içine girdi.
Çünkü bu elbise bu vücuda dar geliyor.
Mevcut sistem, Türkiye'yi yönetmeye yetmiyor.
Türkiye'nin dönüp dolaşıp Başkanlık sistemi tartışmasının arkasında
yatan unsurlar var.
1-İstikrar arzusu
2-Vesayet rejiminden kurtulma
3-Etkin yönetim
Bizde sorun sadece Başkanlık sisteminin tartışılması değil. Asıl
sorun parlamenter sistemin güçlü parlamenter sistem olmaması.
Darbe anayasaları ile çerçevesi belirlenmiş, askeri vesayet
döneminin uygulamaları ile “yarı askeri “ bir rejim haline
dönüştürülmüş, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın çift yetkilendirildiği
bir sistemin adının parlamenter sistem olması onu parlamenter
sistem yapmıyor.
Eğer bugün Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir kriz
yaşanmıyorsa, Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi, aralarındaki
hukuktan kaynaklanıyor.
Darbeler, ara dönemler, siyasi istikrarsızlık süreçlerinde çok ağır
bedeller ödedik. 1950-60 arasında Japonya'dan, Güney Kore'den,
Endonezya'dan daha ileri seviyede olan Türkiye, 1970'den sonra bu
yarıştan niye koptu? Güney Asya'nın kalkınması ile Türkiye
kıyaslaması konusunda bu konuda Cem Kozlu'nun, ”Öfkeden Çözüme”
kitabını referans gösterebilirim.