Çocukluğumun bayramları

18 yaşıma kadar Çorum’da idim. 1940 yılında altı yaşımda olduğuma göre bu yıllardan itibaren bayramların nasıl gelip geçtiğini az çok hatırlıyorum.İki olay sebebiyle şehir...

18 yaşıma kadar Çorum’da idim. 1940 yılında altı yaşımda olduğuma göre bu yıllardan itibaren bayramların nasıl gelip geçtiğini az çok hatırlıyorum.

İki olay sebebiyle şehir ıssız hale gelirdi; biri sokağa çıkma yasağı sebebiyle herkesin evinde kaldığı nüfus sayımı günü, diğeri ise erkeklerin bayram namazı kılmak üzere camilere gittikleri bayram sabahları. Birincisinde çocuklar da sokağa çıkamayacağı için yalnızca pencereden bakarak ıssız sokağı görüyorduk; tek canlılar yasağı dinlemeyen kediler ve köpeklerle nüfus sayımı görevlileri olurdu.

Pek hoşlandığım ve şimdi tarif edemediğim duygular yaşadığım ikinci tenha sokak manzaraları ise bayramın birinci günü bayram namaz saatinde olurdu. Bu saatte namazla yükümlü olmayan çocuklar sokağa çıkabilecekleri için kalkar, sokağa çıkar, her yer bana aitmiş gibi bir duygu içinde uygun bir yerde camiden çıkıp gelecek olan büyükleri beklerdim. İlk gelenler konu komşu ise beni ve emsalimi okşayıp yollarına devam ederler, bu da bize mutluluk verirdi. Bizimkilerden biri (dedem, dayım, babam…) görününce koşarak onlara kavuşur, birlikte eve girmenin hazzını yaşardım.

Bayram yemekleri herkesin kesesine göre farklı olsa da günlük yemeklerinden farklı olurdu. Bu farklılığı oluşturmak için ev hanımları birkaç gün öncesinden başlayan hazırlıklar yaparlar; börekler, baklavalar imece usulüyle de yapılırdı.

Biz çocuklar yemeğin bir an önce bitmesini, ellerin yıkanıp öpülmeye hazır hale gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Eller öpülünce bayram harçlıkları alınır, sonra mahallede komşulara gidilir, buralardan da şekerler ve/veya harçlıklar gelir, sonra akrabaya gidilir, harçlıklar biraz daha artar ve artık bayram yerine gitme ve cepleri hafifletmenin zamanı gelmiş olurdu.

Şehrin uygun bir mahallinde bayram yeri kurulurdu. Biz çocuklara göre burası bir cennetti, oradan oraya koşar, bütün oyuncak ve eğlencelerden nasiplenmek isterdik. Mahfe diye bir şey vardı, karşılıkla dörder kişinin oturabileceği ağaçtan yapılmış bir salıncak, belli bir paraya belli bir müddet kol gücüyle bizi  sallayan mahfeci süre gelince “yandıııı” diye bağırır, bir sallanma ile yetinenleri indirirdi. Yanan ise “para” idi, ama boşa yanmıyor, ateşi ile bizi bir süre sallamış oluyordu.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Din, kültür, medeniyet sapkınları boş durmazlar 24 Mart 2024 | 318 Okunma Allah sormaz mı! 17 Mart 2024 | 411 Okunma Toklar acıkacak açlar doyacak 10 Mart 2024 | 189 Okunma Geçmiş zaman olur ki, hayali iç karartır 03 Mart 2024 | 239 Okunma İş mi yok, işçi mi yok? 25 Şubat 2024 | 320 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar