Erdoğan’la Amerika’ya gidemeyecek kimler var?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLERCumhurbaşkanı Erdoğan Amerika Başkanı Trump'la 16-17 Mayıs'ta görüşeceğini açıkladı. 14-15 Mayıs'ta Çin'e gidecek olan Erdoğan'ın buradan direkt Amerika'ya...

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika Başkanı Trump'la 16-17 Mayıs'ta görüşeceğini açıkladı. 14-15 Mayıs'ta Çin'e gidecek olan Erdoğan'ın buradan direkt Amerika'ya geçeceği ve NATO toplantısından önce bu görüşmenin gerçekleşebileceği belirtiliyor.
Şimdi merakım şu; Erdoğan Amerika'ya giderken yanında kimler olacak?
Tabii mecburi bir resmi heyet var. Örneğin Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu bu gezide olacak. Çünkü Dışişleri Bakanları, cumhurbaşkanının dış gezilerinde refakat etmek zorunda.
Görüşme konuları ile ilgili bakanlar ve üst bürokratlar da bu gezide olacaktır.
Erdoğan'ın istediği kişiler de resmi heyette yer alacaktır.
Ama örneğin adı 17-25 Aralık yolsuzluk olayının dolaylı dolaysız kahramanlarından biri yanında olabilecek midir?
Amerika'yı çok iyi bildiği söylenen, daha önceleri Erdoğan ile Amerikan Başkanları arasında tercümanlık yapan Egemen Bağış bu geziye katılabilecek midir?
Diyeceksiniz ki “Egemen Bağış niye gitsin bu geziye?” diye. Orası doğru da, Erdoğan istese bile Bağış bu gezinin heyetinde yer alabilir mi? Amerika'ya girdiği sırada başına bir şey gelmeyeceğinin garantisi
var mı?
Yine o ünlü yolsuzluk olayının telefon konuşmalarında adı geçen, sıfırlama kelimesi ile tarihe geçen genç bu geziye katılabilecek midir? Yoksa “Sen şimdilik otur, başka yere gelirsin” mi denecektir kendisine?
Bunları niye merak ediyorum? Biliyorsunuz dün 17-25 olayının en önemli kahramanı Reza Zarrab'ın mahkemesi başladı. Aylardır tutuklu olan Reza Zarrab hakim önüne çıktı. Ben bu yazıyı yazdığım sırada henüz bir bilgi gelmemişti. Gelecek bilgilere göre yarın yazarım.
Reza Zarrab bu davada elbette tek başına değil. Öyle olmadığı Zarrab'ın ünlü Amerikalı avukatları New York eski Belediye Başkanı Gulliani ve Adalet eski Bakanı Mukayev'in Türkiye'ye gelmeleri ve en tepe ile görüşmeleri ile zaten ortada.
17-25 olayında adı geçen kişilerden pek çoğu için Amerika'ya gidip gelmelerinde bir sakınca yok belki ama bu isimlerin çoğunun içinde “ya beni de alırlarsa” korkusu var. (Örnek Halkbank Genel Müdür Yardımcısı'nın tutuklanması.)
Bu açıdan bakınca Erdoğan'ın Amerika heyetinde yer alacak ve almayacak isimler ister istemez merak konusu oluyor.
Bu arada bazı önemli isimlerin bırakın Amerika'ya gitmeyi Avrupa ülkelerine bile gitmeye cesaretlerinin olmadığı ileri sürülüyor. Amerika'nın kendi ulusal güvenliği söz konusu olduğunda sadece kendi ülkesinde değil, iyi ilişkiler içinde olduğu birçok dünya ülkesinde operasyonlar yapabildiği biliniyor. Ayrıca bazı Avrupa ülkeleri Amerika'nın suçlu gördüğü isimleri derdest ederek bu ülkeye gönderdiği de biliniyor.
Hal böyle olunca bazı isimler için sadece Amerika değil bazı Avrupa ülkeleri de “riskin yüksek olduğu” ülkeler kapsamında.
Zaten dikkat ederseniz 17-25 olayında adı geçen birçok ismin Avrupa gezilerinde de hiç olmadıklarını görüyoruz.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
TEK ÇARE İÇ SAVAŞ YA DA ERDOĞAN'I ÖLDÜRMEK ÖYLE Mİ, GİT İŞİNE BE

İçinde bulunduğu kurumun caf caflı adına bakınca adamı da bir şey sanıyorsunuz. Philippe Defarges isimli kişi Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü siyaset uzmanı. Bu adam çıkmış tv ekranına “Türkiye çok kötü gidiyor” diyor ve ekliyor “Böyle giderse iki şık kalıyor ya iç savaş çıkacak ya da Erdoğan öldürülecek.”
Lafa bakar mısınız?
Fransız sunucu bile isyan ediyor ve “Canlı yayında cinayeti meşru gösteremezsiniz” diye uyarıyor bu adamı.
Kendini akıllı sanan batı ülkelerinden işte böyle dangalaklar da çıkıyor.
İşin kötüsü bu dangalaklar yüzünden Türkiye'de demokrasi ve hukuk mücadelesi veren insanlar çok zarar görüyor.
Bu dangalaklığın Türkiye'deki örnekleri fırsatı ganimet sayıp demokrasi ve hukuk mücadelesi verenlerin üzerine çullanmaya kalkıyor. Neymiş onlar da “hayır” demişler bizdekiler de “hayır” diyormuş.
Referandum kampanyası boyunca Batı ülkelerinden gelen “sözde aleyhte” bütün söylemlerin aslında “evet çıkarmak için bir oyun” olduğunu savundum. Amerika ve Batı ülkeleri Türkiye'nin tek adam rejimine geçmesinden aslında memnunlar. Çünkü bu sayede isteklerini çok daha kolay kabul ettirebileceklerini biliyorlar. Bu nedenle ters algı yapıyorlar.
İşte bu Fransız dangalak bu oyunun son figüranıdır.
Kimsenin bu adamı ciddiye almaması ve “amalarla, fakatlarla” hiçbir bahaneye sığınmadan en ağır şekilde telin etmesi gerekir.
YENİ ÖĞRENDİM
YENİ REJİMİN İLK ADAYI ORTAYA ÇIKTI

Yurt Gazetesi'nin dünkü sayısının arka sayfasında tam sayfa bir ilan var. İlanı veren kişi Şahin Ciner. Bu köşenin okurları Şahin Ciner adını hatırlayacaktır.
Ciner sade bir vatandaş. Ama ülke sorunlarına karşı son derece duyarlı davranan “başıma bir iş gelir mi” kuşkusuna ve korkusuna kapılmadan kesintisiz mücadele veren bir sade vatandaş.
Tek başına başlattığı ve Ankara'ya kadar yürüdüğü “Artık Yeter” kampanyasının önderi. Özellikle sosyal medya üzerinden gerçekten çok ciddi bir kavga veriyor.
İşte bu Şahin Ciner eğer bu dayatma devam eder ve 2019'da yeni sistem gereği bir seçim yapılırsa, Cumhurbaşkanlığı için aday olacağını ilk açıklayan kişi.
Ciner diyor ki “Evet aday olacağım ve seçilmem halinde tek adamlık rejimini hiç uygulamadan bir anayasa değişikliği ile parlamenter sisteme geçilmesini sağlayacağım.”
Şahin Ciner aday olabilir mi? 100 bin imza bulursa olur ki geniş sosyal medya ağı sayesinde bu 100 bin imzayı bulması işten bile değil.
Peki, seçilebilir mi? O çok zor. Ancak bugünden ortaya çıkarak “hayır cephesindeki” bir adayın asla bu rejimin getireceği “tek adamlığa” razı gelmemesi ve seçim propagandasını anayasayı yeniden değiştirme ilkesine oturtmak zorunda olduğunu şimdiden hatırlatıyor.
Ciner'in adaylığı bu açıdan önemli. Başta CHP olmak üzere ortaya çıkacak ve referandum kampanyasında hayır verdiğini ilan eden bütün siyasi görüşlere ışık tutacaktır.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
KUSUR VARMIŞ AMA KASIT YOKMUŞ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Bandırma'ya gittiğinde mecburen askeri havaalanına inmiş, asker burada kendisine resmi karşılama protokolü uygulamıştı.
Bu iktidar ve yandaşları tarağından ağır biçimde eleştirilmiş “Hava Kuvvetleri'nden hesap sorulacağı” açıklanmıştı.
Oysa aslında bir bardak suda fırtına koparılmıştı. Kılıçdaroğlu devlet protokolünde 4'üncü sırada. Askeri protokol gereği yapılan normal ve gerekli. Burada tek sorun, o tarihte seçim yasaklarının başlamış olması. Muhtemelen üs komutanı yapılmaması gereken bir töreni kapalı alan olması nedeniyle ve tamamen nezaket kuralları çerçevesinde yapmış.
Buna rağmen Hava Kuvvetleri Komutanlığı olayı soruşturmak zorunda kaldı. Kuvvet Komutanı dün soruşturmanın bitirildiğini raporun hazırlandığını söyledi ve “Kusur var ama kasıt yok” dedi.
Ama iktidar bunun peşini bırakmıyor. Savunma Bakanı Fikri Işık “Yok öyle şey” dedi “Komutanlığın yaptığı soruşturmanın bir önemi yok, asıl soruşturmayı biz yapacağız.”
Anladığım kadarıyla maksat orduyu daha da örselemek. “İktidar biziz, herkes önümüzde diz çökecek” mantığının bir ürünü gibi geldi bu bana.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yunan Cumhurbaşkanı’nın Eşek Adası’na gitmesi, kimi tahrik ediyor? 01 Temmuz 2020 | 3.187 Okunma Toplumsal tepki balonu patladı 30 Haziran 2020 | 3.008 Okunma Şimdi AKP de mi “terör örgütü yandaşı” oldu? 29 Haziran 2020 | 6.208 Okunma Yeni bir kumpas ifşaatı 26 Haziran 2020 | 4.156 Okunma Bu nasıl bir oyundur? 25 Haziran 2020 | 3.696 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar